2 Mart 2016 Çarşamba

MUHATABA


Muhatap'a 

toparlanalım hadi 
aşık olmak çok dağınık bir hal 
hayata tutunmak için bir mazeretimiz mi var? 
dünya tarladır ne ektiysek diken bitiyor 
sakallar bir de; 
erkekleri çokça görünmez kılıyor 

sen bu semti terketmezsen defalarca öldürülürsün 
toparlanalım hadi 
aşk ve kristal sadece karnımızı doyurmuyor 
sanrılar dağınıklıktır 
şu yüz yüze yüz binlerce kez gelip konuştuklarımız 
aslında yoklar 
üstelik sadaka mahiyetine de geçmiyor tebessümlerimiz 

toparlanalım hadi bekleyenimiz var 
bizim sayemizde sarhoştur muhafazakarlar 
o motoru bırak bu arabayı şu tekrara düşen şakaları da 
rahatsızsın biliyorum 
fakat kitap ayracı dağıtan partili kızların üzerine kapalıdır yazmıyorlar 
bizim üzerimize de vazife değil üstelik 
belkide vazife 
bu konu üzerinde çok durma derim 
-sahi ayağın nasıl 

bu lider bizimdir 
bana ne Amerikadan! 
kahrolmadı bir türlü düşmanlarımız 
orta doğu için sıkılan yumrukların yumuşaklığını hissetmeden sırtımızda, 
toparlanalım hadi 
dağınık ellinin bir den az olduğunu anlamayacak kadar dağınığız fazlasıyla 

patronlar için sakal bırakmamak, 
patronlar için sakal kesmeyeceğin anlamına gelmiyor 
biyolojik vakanın ideolojik bir argüman olması acı 
nostaljinin üzerimizde kimliği kalmış eyvah! 
toparlanalım hadi 
iki artı ikinin dört olmadığına inanacak gibiyim şu sıralar 

toparlanalım hadi 
o hapları bırak bu şiirleri şu kızı da 
yakında çoluk çocuğa da karışırız nasılsa 
ne devlet umurumuzda olur o vakit ne muhafazakarlar ne de nostaljik sancılar 

-ne yani toparlanmış mı olduk şimdi? 

Mücahit Çelik



30 Ocak 2016 Cumartesi

Can Sıkıntısı



Can Sıkıntısı

mutlu olamıyorlar 
canları sıkılıyor gören gözlerinin ardında 
elbette bu; 
kemikler içerisinde elmacık cüretkarlığı 
yünlü içlikler ısıtmıyor duvarları 
soğuk bacaklar, uykusuzluk adımları, yüksek gerilim hattı kahkahalar 
biri artık indirmeli diyorum sigortasını pembe rüyaların 

kimse yalnız olmadığını bilmiyor 
şaşı bakıyorlar hayata 
otorite kelimesinden sancılanıyorlar 
iki kişi dolaşıyorlar bir kalbi taşıyarak 
babalarından çok korkuyorlar 
Rabb'ı gücendiriyorlar böylelikle 
 
mutlu olamıyorlar 
canları sıkılıyor 
öyle bir sıkılmaki bu 
herkes bir başkasının istediği yerdeyken 
kimse kendi istediği yerde değil sanki 
ben ise tam ağız hizasındayım dünyanın 
dişlerini gösteriyor bana, 
her defasında onu gülüyor sanıyorum 
oysa kanamamış görülen yaralarım 
onun, hep onun ısırıkları 

mutlu olamıyorlar 
canları sıkılıyor sevgilerine karşılık bulamayınca 
herkesin bir başkasına ait olduğuna inanıyorlar 
bir birlerine Polyanna rüyasını sunuyorlar 
kendilerine ölümü seçiyor bir türlü ölemiyorlar 
ölüm ve aitlik diyorum bu mısra da 
dudak kenarlarımın bir birinden acımasızca uzaklaştığına şahit olun istiyorum 


mutlu olamıyorlar 
kağıt istiyorlar, ağaç seviyorlar 
isteğe karşı sevgilerini takas ediyorlar 
canları sıkılıyor 
istekler bitmiyor zira 
yarasalar gibi karanlıkta pervane oluyorlar 
ben buna;
akvaryum içerisinde balık olmanın sırrı diyorum 
mutlu olamıyorum 
canım sıkılıyor 

Mücahit Çelik




26 Ocak 2016 Salı

Bitmeyen Yol


Bitmeyen Yol 

bu neyin alametidir bilemiyorum 
insan yüzlerinde son bahar yaprakları 
yorgun bir akşam üstü yürüdüğüm bu yolda 
kim bilir kaç sağır kaç dilsiz duraksadı 
bu neyin alametidir bilemiyorum 

ufka baktım güneş gömleğimi giyinmiş 
kırışık bulutlarda düzensizlik hali 
göçmen kuşlar koşuşturuyorlar boşlukta 
göğün üstüne sonsuzluk hakim 
ufka baktım güneş gömleğimi giyinmiş 

havada kurşuni bir renk var
gözlerimin dalmışlığı kadın bileklerine 
adım adım takip ettiğim yüzsüz kadınlar 
dönüp durduğum çıkmaz sokaklarda 
havada kurşuni bir renk var 

kurtulmak istedim bütün birikmişlerden 
bir köpek yavrusundan korktum, ürperdim 
kaldırım oyuklarını dolduran su birikintilerinde 
gördüm aynalarda görmek istemediklerimi 
kurtulmak istedim bütün birikmişlerden

vakitsiz bir el değdi kalbime 
ellerin ellerimden önce kalbime 
düşünmeye takat yoktu yalpalandım 
Meryem dedim konuştum sessizce 
vakitsiz bir el değdi kalbime 

bu neyin alametidir bilemiyorum 
ufka baktım güneş gömleğimi giyinmiş 
havada kurşuni bir renk var 
kurtulmak istedim bütün birikmişlerden 
vakitsiz bir el değdi kalbime 

yol bitmek bilmedi 
ben de ölmedim 

Mücahit Çelik 









11 Ocak 2016 Pazartesi

İsimsiz Şiir


İsimsiz Şiir

araftan yükselen şu çamurlu bulut 
dalında sararmış günlerime 
serpiştirdi uzak yarınları  
vardır akşam sefalarında mor rengi hüznün 
yumuşak bir renge tutunur akşamlar  
-iyi akşamlar bayan- 
akşamlar hep kötü 

iğneler göğü delince ağırlaştı omuz yüklerimiz 
hamal lokomotifi 
ardı sıra yorgunluk 
düş kırıklarından besleniyor karıncalar  
göğün pembe renginde sanki biraz aşk var 
yaşlı bir adama ekmek teknesidir pamuk şekeri 
pamuk şekerinde fazlasıyla pembe 

kuşandı şimdi yıldızları dolunay 
kuşlar geceleri birlikte ölüyorlar  
emri aldı kalem 
o da bir kul kanımca 
babam artık metal 
şimdi ben de bir delikanlıyım 

Univer-sex and the-site kalın kitaplar 
yumruklar ve fermuar ters istikamet  
etek giyen bir kız otobüse binince bacakları gözükür 
sakal maskeli erkekler on numara 
-at pazarında izdivaç var baylar-
bir de ben tabi ki 
işaret parmağıma çok yükleniyorum 

ha unutmadan 
'seni seviyorum' 
bu cümleyi alıp münasip bir yerinize sokun bayan 

Mücahit Çelik




















10 Ocak 2016 Pazar

Özlemekten Geliyorum


Özlemekten Geliyorum


iniltiler duyuyorum yumuşak bir yastıkta
geceleri ıslanmış buluyorum kirpiklerimi 
gözlerimden konuşlanmış bedevileri 
böylelikle arındırmış oluyorum 

bu gün bavulumu topladım 
atkım hala gri 
'kraliçenin pireleri' suskun
kahve demeyeceğim tanırlar seni
gök yüzü toprağı yansıtıyor 
gök yüzü mavi değil
Seni ilk gördüğümde maviydin 
-Sesini unuttum-

ideoloji dediğin şey bırakmaz yakasını vicdanın 
kör kütük eder balta kırar darplarında 
geçilmez bir ırmak olur da boğar nefesini 
İdeoloji böyle bir şey 
bunları niye mi anlatıyorum? 
seni sevmektir benim ideolojim

Mücahit Çelik







7 Ocak 2016 Perşembe

Tarihin Odasından Bir Ok Dünya'ya


Tarihin Odasından Bir Ok  Dünya'ya 

I.

geldim
karanlık, yıldızsız ve sıcak bir alemden 
insan nefeslerini doldurdular ciğerlerime 
şafak nedir bilmiyordum 
günler sayılıymış bilmiyordum 
beklemiyordum açılacak pencereyi 
ışık yansımalarını dünyama doldurmak için 

geldim 
sesler, kokular ve renkler belirdi 
sesim incecikti ve boğdu sesleri, kokuları, renkleri 
yumuşak bir ılıklık kaynayınca dudaklarımda 
bir anlık sustu alem 
ben sevindim 

işte yine karanlık ve ardından başka bir alem 
alem ki Yusuf'a hediyedir göklerden 
henüz gelmiştim oysa 
ve gerçekliğe dair sorular belirmişti şimdiden 
karanlıkta kolaydı dünyam 
pencere aralanınca 
şimdiden bir bıkkınlık belirmişti 
oysa henüz gelmiştim renkli dünyaya karanlıktan 
ben ağlamıştım 
onlar sevinmişti 

geldiğim dünyanın dört yanı duvardı 
geldiğim dünyanın dört yanı duvar 

bir yorgun kadın 
ürkek bir adam 
henüz gelmişlerdi ve henüz gelmiştim 
onlara ait olamazdım 
onların da bana ait olmadığı kadar  
yine değişecekti dünyamız  
ben gidecektim 
onlar gidecekti 
ama ne zaman? 

şimdi şafaksız ve sayılı günlere hep birlikte gebe kalmıştık 


II.

kalınlaştı sesim, 
ama çocuktum 
bilmiyordum beni dünyaya bahşedeni 
nasılını çamurdan et ve kemikler inşasının 

leyleklere inanmıştım, sonra oltalara 
yalan söylemiş olamazdı annem 
yalan söylemezdi anneler 
yalanın ne kadar yoğun bir pembe olsa da rengi 

tarihin odasından bir ok fırlamıştı yayından 
ve başlamıştı işte göklerin yer yüzünde ki dansı  
bahçesi içe kapanık bir cennetti evimin 
bahçesi güvercinler ülkesiydi, 
meşin toplarla aşılırdı surları, 
eşiğini aşamadım çocukluk korkularıyla  evimin 

yalan söylemiş olamazdı babam 
hocanın vurduğu yerde gül biterdi 
ve cennetten çıkmıştı dayak 
vücudum mor rengi güllerle süslendiğinde 
sessizdi gökler 
ve cennetten sadece güzel şeyler çıkmazmış gördüm 
yoksa neydi aynadaki çocuğun şu tek gözlü hali 

yalan söylemiş olamazdı babam 
yerdekilere inat göklere söz vermişti 

insanların küçüldüğünü görmek zahirde küçükken 
bir katilin gözlerine değdiğinde gözlerim 
çocuk yaşımda bir alemden daha gidecekken 
anladım daha varmış görecek günleri gözlerimin 

Göklerden Yusuf'a hediye edilmiş alemdeydim 
O geldi
yüzü nurdu 
ve kimdi acaba?  
Ağlıyordum ben annesiz geceler de 
O geldi 
göz yaşımı sildi 
ve gitti 

III.

kalbim dışardan bilindiği gibi atmıyordu 
dışardan bilindiği gibi akmıyordu damarlarımda kan 
sahne ışıkları altında hayran kız bakışları 
ve aşk sandığım iç kamaştıran gençliğimin duygu furyaları 
bunlara rağmen marşlar söylüyorduk arkadaşlarla 
kitaplar okuyorduk 
bizdik yere düşmüş sancağı göndere çekecekler 
yoldaydık ve işaretler doğru olduğumuza kanıttı 
ve söndü birden saman alevi heyecanlarımız 

üniversite yılları; 
kitap değil 
günah yüklü merkep damgası alnımda 
tarihin odasından bir ok fırladı yayından 
tarihin odasından dünyaya 
Hala sesim kalın, 
kalbim dışarıdan bilindiği gibi atmıyor 
dışarıdan bilindiği gibi akmıyor damarlarımda kan 
Fakat "nereye bu gidiş" 
nereye kadar 

Mücahit Çelik



 







5 Ocak 2016 Salı

Çok Kaybetmenin Anahtarı



Çok Kaybetmenin Anahtarı 

yalnız kimseler yanlış duraklarda kalplerini bekletenlerdir 
çok sevmek hadsizliğinin bilincinde olanlardır yalnız kimseler 
ve otobüste tek başına ayakta yolculuk etme tedirginliğidir çok sevmek 
sonbahar da ağaç ve yaprak halidir 

hoştur Leyla'yı sevmek fakat bu Rabb'ı gücendirir 
bu gücenikliktir sevgilin gözlerini gurbet kılan 
tükettik en acımasız coşkunluğumuzla Leyla'nın gözlerini 
kalbimizi tükettik ve Rab gücendi 
böylece Leyla'yı sevmenin sevgisine tutuklandık 

çok sevmek çok kaybettirir 
ay ve güneş irtibatsızlığındandır bu çıkarsama 
ay güneşsiz bir hiçtir 
fakat gören olmamıştır ikisini el ele, kol kola 

çok sevmek çok kaybettirir 
çok sevdim...

Mücahit Çelik