23 Aralık 2015 Çarşamba

Sevgilinin Sesi


Sevgilinin Sesi 

sevdiğinin sesini unutmak çok korkunç 
ödüm patlıyor anne 
bu koşuşturmalı hayat içersinde 
bazı vakitler çok ıssız vadilerde, çok yalnız 
bazen bilinçsiz yürüyüşlerde buluyorum kendimi 
buluyorum kendimi anne 
acı denen pezevenk kulağımı tutup çektiğinde 

çok korkunç güzel şeyleri unutmak 
sevdiğinin sesini 
yüz yıllar öncesinde yaşanmış bir olay sanki 
virane kasabaların metropolleşmesi gibi acayip 
plakların kutsallaşması kadar sahte 
senin suçun yok biliyorum 
fakat dünya çok kötü bir yer be anne 

daha kaç sevgi ithal ve ucuz baharlar sunacak bana 
kaç bölünmeden sonra tek parçam hayat bulacak 
hangi yanım meyve verecek hangi yanım solacak 
söyler misin? 
bu sahteliğini yaşadığım kaçıncı bahar anne
-acım acıyor 

yanında yatabilir miyim bu gece? 
sevdiğinin sesini unutmak çok korkunç 
ödüm patlıyor anne 

Mücahit Çelik 

22 Aralık 2015 Salı

Düşlerde Bir Yabancıyı Hasretle Yadetmek



Düşlerde Bir Yabancıyı Hasretle Yad Etmek 

sis perdeleri çekili penceremin üzerine 
karanlık odalardan sesler işitmekteyim.
zihnimin derinlerinde korkular dirilmekte 
bu sayıklayan adam kim sen neredesin?

geceme intihar süsü seçtim gözlerini 
okudum sayfalarını, tozlu hatırların 
o muamma sancıları bir  bir çektim 
geçmişin gölgesinde geçirdim yazları.

gün ışıdı fakat nedir bu içe sinmişlik ?
şafağın parıltısına duyulan nefret 
nedendir bilinmez sevenlerin ağlaması 
nedendir erkeklere göz yaşını çok görmek ? 


Mücahit Çelik



19 Kasım 2015 Perşembe

Ruh Bunaltısı


Ruh Bunaltısı

çocuk elleriyle inşa edilmiş kağıttan bir gemi 
suyun akışına bırakılmış 
güvertesi ıslandıkça dağılır 
su aktıkça 
bilmediği diyarlarda bulurmuş kendisini

manolyalar beyaz mevsimlerde yıldızlaşırmış 
nazar edildiğinde sönermiş karanlığı aydınlatanlar  
baş kaldırışların çocuksu kırılganlığıyla 
söndüremedim ay ve yıldızları boğan sokak lambalarını 
biliyorum tanrım, ben biliyorum 
güneşin olmadığı yerde ne yıldızlar ne de ay var 

sendin güneşin şafağına ulaştıran geceyi 
o hazımsız hülyaların kanatlarını parıldatan 
gündüz olunca 
ışıklara katılıp 
gün içine yaltaklanan sendin 

bu vahşi 
bu bastığım yer 
bu cehennem sıcağı 
cennet esintisi yumuşaklığı bu gök yüzünün 
muamma gizlerin de sancılı bunaltılar geçiren ruhun 
açıklanması hangi eşyaya özgüdür 
bilmek isterim 

M.Ç



31.07.2015

12 Kasım 2015 Perşembe

Bir Dosttan Bir Dosta


SIKIŞTIRILMIŞ ZAMAN BULUTLARI

                                         Mücahit Çekik'e 

Daha önce olmuştur bu dizelere dokunan
Yılgınlık nasıl olsa; 
Bu yüzden acele etmeliyiz
Bir yer bulmalıyız 
üzeri ve zemini ve kokusu bulaşmamış 
bizden olmayan her şeye
Bizden, ikimizden

Bir bahçe olabilir 
Çiçekleri inat ederek renklerine ölümü ve pişmanlıkları tekrarlatacaktır 
O, ne kadar "şöyle olsaydı" diye başlayan cümle varsa hemen sonrasında 
Bir bakarsın -otogarda ya da deniz kenarında- 
bunu da unutmamışsındır
Bir bakarsın bu şehrin kaldırdımları kalmamıştır

İşte burada düelloya davetlisin 
Kendini vurmandan korkarım 
Aklı başında bir adam değilsin 

İçimize sindi çoktan, gayret gösterme 
En içimize 
Acıklı piyano tınıları yankı yapar durur 
telefon kulübelerinden kanalizasyon deliklerinden 
Zaten sigara izmaritleriyle doldurmak istemen
bu yüzden 

Ah beni sana koşturan derman 
Ne varsa onu bölmek istemem 
Zamanı, gözyaşını, çılgınlığı 
Sanki uzağımda, bir güz gecesi
Bulup buluşturabileceğim fedakarlık imkanları

Bir yorgunlukla anlaşmalı ellerin aşağı ağması
Yüreğine günahlarını hatırlatıp 
bir sonraki iddaalı cümleyi sarf ettirmeyen gövdenden 
Bir ten ile karışmalı
Hem nasıl sükûn bulur demir yataklıklarla paslanmış ruh
Vazgeçemeyişlerce sobelenmiş her seferinde

Kızıyorsam bazı vakitler 
Yüz döküyorsam şekeri toza bulanan çocuk yıpranışları gibi şahsına yönelmiş
-Tutup çekmek gereğinden-
Geri çağırmak sürdürdüğümüz uzun soluksuz ağır drama
ciddiye alma.

Zorunda değilsin 
Bırakma.
 
Ahmet Sait Tunç                                    21.09.15'

-- 

ŞEHİRDEKİ SİLİK BULUTLAR
                
                                        Ahmet Said Tunç'a 

O, göğüste kelebeklerin uçuştuğu günde 
mide krampları, ürkek adımlar, gözlerin tereddütlü bakışları anında 
başka bir gün Kadıköy sokaklarında beş parasız kaldığımızda 
çok ciddi mevzularla boğuşmuyorken zihnimiz 
mutlu olmak için etten ve kemikten iki dünyamız varken baş ucumuzda 
-aşık olmak ucuzdu o zamanlar da-
lüks mekanların oturaklarındaki kıç rahatlatan minderler 
oturduğumuz kaldırım taşları kadar yumuşak gelmiyor bu günler de 

eskiden henüz senin kilo fazlaların yokken, benim bu kadar sıska olmadığım zamanlarda 
kuytu yerler keşfeder, kuytu vakitlerde bir yurt odasını karargah belleyip, kuşanırdık 
kendimize has çılgınlığımız ve birde tarak 
işte bunlar bir sonraki gün için bize yetecek kadar teçhizattı

ne garip 
antidepresanlardan konuşmamız şimdiler de
cinlerin insanlarla alay etmesine tanıklığımız 
ve kadehlerimizi yıllanmış hatıralarla dolduruşumuz defalarca 
Oysa hatıralar kurşun izi, kadın ruju lekesi yakalarımızda
gömleğimizin kan revan olmasına aldırmadan 
onu taşımak omuzlarımız da 
geçmişten kalan bir zerre yansıması mıdır, nedir?  
-kıyafetleriyle gömülürdü o çok özendiğimiz adamlar- 

şiir yazıyoruz ve sigara içiyoruz seninle 
erken ölünürmüş bunu öğretiyor bize dünya 
Yak bir sigara 
Dumanını balkonundan üfle ciğerlerine Dünya'nın 
Öcümüzü böylece al ondan

Mücahit Çelik
23.09.15'




11 Kasım 2015 Çarşamba



Yaşama Becerisi

Denizi görmeden öğrendim yaşamayı 
Seni görmeden ve İstanbul'u 
bir dost nazarından nasibimi aldım 
tarafımdan bir iddadır bu 

korna seslerinden irkilmelerimle ispatladım gerçekliğimi 
hayat dedim buna 
hayat, bir irkilmeyle başladı yine bir irkilmeyle son bulacak  
aynalar ve duvar saatleri aynılar aslında 

kağıtlara rağmen öğrendim yaşamayı 
banklara rağmen ve sokak lambalarına 
ölümsüzlük isteği yeşertirken ölümleri
çok sevmenin bir idda olduğunu kavrayınca kalbim 
hiç sevmemiş ve sevilmemiş olduğumu anladım
-sevmek insan için sonsuzluk kadar inanılması güç bir vakadır- 

bir rüya sahnesindeki figüranlığım 
hangi tabirle açıklanır bilginlerce 
kayıtsız kaldığım ertlemelerle 
ayağımla idam sehpamı devirdim -ölmedim
anladım ölmeden yaşamayı öğrenemiyormuş insan 

Mücahit Çelik










10 Kasım 2015 Salı

Çocuk Kal


Çocuk Kal 

bir ah çekmek gelir aniden  
aynaya bakabilmek için 
durabilmek için karşısında kendinin 
umursarsın saçlarını 
cüretini kışkırtmadan hem cinslerin 
tabancayı kendi şakağına dayamadan ölmemelisin 

bir kelime on binlerce kez öğütülür dilimde 
keşkeler mızraklar hayatı gövdesinden 
nefes aldıkça büyür oyuklar 
-küçüğüm büyümemelisin!- demek isterdim 

M.Ç










9 Kasım 2015 Pazartesi

Şiir


ANILAR

anılar sahilde ansızın dirilir 
Kadıköy rıhtımını döverken dalgalar 
anılar yorgun zihnin delileridir 
tekmeler rahme sığmayan bebek gibi hisleri 

can bulur gövdem de geçmiş geçmemişler 
adımları yalpalanır yorgun gönlümün 
düşünceyle düştüğüm her boşlukta hırpalanır 
baktığım manzaranın renk cümbüşleri 

Mücahit ÇELİK